28 Mart 2012 Çarşamba

‘Tartışmalı’ hakem kararları

Galatasaray-Trabzonspor maçı tempo ve heyecan açısından beklediğimiz gibi geçti. Futbol kamuoyu Trabzonspor’un galibiyeti, hem de farklı galibiyeti kaçırdığı görüşünü savunuyor.
İşin garibi, farklı galibiyeti kaçıran Trabzonspor aynı zamanda yenilgiden kurtuldu. Anlamış olduğunuz üzere uzatma dakikalarında Mehmet Battal’ın gole çeviremediği net pozisyonu kast ediyoruz.

Peki, nasıl oldu bu? Trabzonspor’un pek çok maçta başına geldiği gibi Avrupa standartlarının (!) çok üzerinde bir gol kaçırma yüzdesi sayesinde. Avrupa’da görüyoruz ki, 30 gol barajını aşan krallar değil sıradan futbolcular bile özellikle kaleciyle karşı karşıya kaldıkları pozisyonlarda yüzde yüze yakın bir oranda topu ağlarla buluşturabiliyorlar. Yani o konuda hiçbir problem yaşamıyorlar. Gazeteye yazdığım maç kritiği yazısında, henüz karşılaşma devam ederken “bu kadar gol kaçırırsanız, her türlü sonuca katlanmak zorunda kalırsınız” anlamında bir cümle kullanmıştım. Nesiller geçiyor, ülkemiz futbolunun bu hastalığı bir türlü şifa bulamıyor. Sanki benden başka da kimsenin dikkatini çekmiyor bu problem; yanlış hatırlamıyorsam bir dünya golü kaçırdığımız bir milli maç sonrası Necati Bilgiç “Gol atmayı bilmiyoruz” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. O da 20 yıldan uzun bir zaman önce.

Maçtan akılda kalan bir başka konu, hakem Cüneyt Çakır’ın tartışmalı kararları.

Aslında “tartışmalı” ifadesi bizde bazen yanlış kullanılıyor, daha doğrusu bir parça anlam kaymasına uğramış durumda. Çoğu zaman biraz çekingen bir tavırla “yanlış” yerine “tartışmalı” deniyor. Hakemin (“tartışmalı”nın doğru anlamıyla) tartışmalı kararları var gerçekten; kimi doğru bulur kimi de yanlış. Yanlış olana “görmemiştir, gözünden kaçmıştır” da denebilir. Ancak bizim bildiğimiz, takımlardan birinin teknik direktörü oyun alanına girerse bunun ceza-i müeyyidesi bellidir. Tartışılır filan değildir. Türk hakemliğinin gözbebeği Sayın Çakır’ın bu konudaki açıklaması nedir acep?

Her iki takımın da maçtan puan kaybıyla ayrılmasının üçüncü bir takımın avantajına olacağına dair bir düşünce ya da evham, hele bunun için birilerinin gayret göstereceği fikri aklımızdan geçmez. Bir sonraki hafta yine klasmanın ilk üç sırasını paylaşan takımlardan ikisinin karşılaşacak olmasının söz konusu tartışmalı hakem kararlarıyla bir ilgisinin bulunacağını da hiç sanmıyoruz.

Bakınız, şike soruşturması sürecinde ne bir hakemin adı geçiyor ne de hakemlik müessesesinin... Geçiyorsa da biz kaçırmışsak affola... Futbolumuzun genel düzeyinin aksine, Türk hakemliğinin uluslararası platformda ne kadar nadide bir konuma sahip olduğunu da biliyoruz elbet... Doğan Babacan 1974 Dünya Kupası finallerinde Federal Almanya-Şili maçında bir oyuncuyu kırmızı kartla oyundan atmıştı. Unutulur gibi değil...

Şimdi bu haftasonu Trabzon’da önemli bir maç var. Trabzonspor-Fenerbahçe maçları en azından iki camia açısından son derece ehemmiyet verilen maçlardır, bu maç da onlardan biri. Üstelik sonucu sıralama açısından da ayrıca önem taşıyor. Türkiye normal bir ülke olsaydı belki de bu maç bu sezon oynanmayacaktı ama madem büyüklerimiz oynanmasını münasip görmüşler, o halde biz ortalama vatandaş/ futbolseverlere keyif almaya çalışmak düşer. Tabii keyif kavramı göreceli bir kavramdır, herkesin keyif anlayışı farklıdır. Bizim keyif anlayışımız, rakibi saha dışında en iyi şekilde karşılamak ve ağırlamak, maç esnasında tribünlerde en ufak bir taşkınlığa meyil ve mahal vermeden kendi takımını destekleyerek rakip takımı meşru ölçüler dâhilinde psikolojik baskı altına almak, maç hangi skorla biterse bitsin nasıl karşılamışsak aynı şekilde uğurlamaktır. Bunun dışındaki keyif anlayışının hem kendimize, hem kulüp ve camiamıza ve hem de Türk futboluna zarar vereceğini düşünürüz. Bizden başka Türk futbolunu umursayan var mıdır yok mudur, orası bizi ilgilendirmez. İyiler eninde sonunda mutlaka kazanır.

28.03.2012, Taraf

20 Mart 2012 Salı

Bu psikolojiyle asla...


Burak Yılmaz’ın iki hafta arka arkaya penaltı kaçırmış olması bizi derin düşüncelere gark eyledi. Dünya’nın en büyük futbolcuları bile penaltı kaçırabiliyor, tarihte örnekleri mevcuttur. Ancak iki hafta arka arkaya kaçıran var mıdır, varsa kaç tane vardır bilmiyoruz. Bir kere bizim bildiğimiz her takımın bir penaltıcısı olur, penaltıları o atar. Eğer gol krallığı gibi ikincil bir hedefiniz varsa ve devam eden maçta “rahat” bir skora sahipseniz, penaltı kazandığınız takdirde gol krallığına giden futbolcunuza penaltı attırabilirsiniz. Penaltıcınız zaten o futbolcuysa mesele yok tabii; genellikle öyle olmaz, Tanju Çolak gibi istisnalar dışında penaltıcı futbolcunun golcü sıfatı pek bulunmaz. Yani en iyi penaltı atanlarla en büyük golcüler genellikle aynı kişiler değildir.

Kuşkusuz Burak’ın penaltı kaçırmasının sebebi kötü bir vuruş tekniğine sahip olması değildir, öyle olsa bu kadar golü atamazdı. Nedir peki problem? Gayet açıktır ki Burak rekor stresine girmiştirİki gol daha atsa Trabzonspor tarihinde bir sezonda en çok gol atan futbolcu olacak, biraz daha gayret ederse de Trabzonspor haricinde Türk futbol tarihinde... Bu elbette her zaman yakalanamayacak bir fırsattır ve her golcü bu sıfatlara sahip olmak ister. Ancak futbol bireysel bir spor dalı değildir, bireysel başarılar takım başarılarından sonra gelir. Takımın başarısını riske atmak pahasına kovalamanız kabul edilemez.

Burak Yılmaz’ın “bana ne bana ne, ille de ben atacağım, yoksa oynamıyorum” diye çocuk gibi tepinecek hali yoktur. Yani kenar yönetimi istese bir başkasına attırabilirdi penaltıyı. Fakat müdahale gelmedi ve Trabzonspor Gençlerbirliği karşısında çok değerli iki puan kaybetti.

Burak’ın rekor stresini görünce aklımıza ister istemez geçen sezon Umut Bulut’un düştüğü durum geldi. Umut Bulut, Süper Lig’de 99 gole ulaşmış, bir tane daha atsa 100’ler kulübüne girecek. Takımı da nefes nefese şampiyonluk yarışında, her gol altın değeri taşıyor. Sağ olsun çok da becerikli bir golcü sayılmaz, rahat zamanlarda bile dostu düşmanı güldürecek vuruşları var. Medya bir de üzerine 100’ler kulübü stresini boca edince hepten eli ayağına dolaştı. Kaçırdı bir sürü kritik gol... Bir gün o kulübün üyesi oldu ama oynadığı takım da averajla şampiyonluktan oldu. Geçen senenin şampiyonluğu hâlâ tartışılıyor, Umut Bulut’un kulüp üyeliği ancak Burak Yılmaz benzeri bir stres sürecine girince hatırlanıyor.

Stres futbolun kaçınılmaz bir unsuru elbet; fakat Trabzonsporluların sorunu stresten çok daha büyük boyutlar ve anlamlar taşıyor. Trabzonsporlular, egemen medyada çıkan haber ve söylentilerden çok daha kolay ve fazla etkileniyorlar. Bu sadece sahada oynayan futbolcularla sınırlı kalmıyor, taraftar kitlesi “İstanbul basını” diye de adlandırdığı medyanın hoşlanmadığı yayınlarına ne kadar tepki gösterse de bir süre sonra o yayınlardaki iddiaların istikametinde tavırlar sergilemeye başlıyor. Örneğin, medya “Trabzonspor teknik direktörü yetersiz, bu işi bilmiyor” mu dedi? Önce bir gürültü kopar, sanal âlemde, tribünde, sokakta ilgili yayın kuruluşuna karşı bir tepki oluşur. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra bir de bakarsınız teknik direktörlerini kendileri de yetersiz bulmaya, tatsız saha sonuçları karşısında protesto etmeye başlamışlar...

Bu kadar kırılgan ve kolay etkilenen bir psikolojiyle Trabzonspor’un istediği başarılara ulaşabilmesi mümkün değildir. Elalemin akıllısı ben değilim ya, başkaları da görüyor elbet bu durumu. Eh, Trabzonspor’un başarısını istemiyorsanız yapacağınız şey belli demektir. Çıkarın bir laf, deyin ki “Trabzonspor’un filanca yıldız futbolcusu falanca takımla gizlice anlaştı. Gelecek sezon o takımın formasını giyecek”. Tamamdır. Taraftar kaynamaya başlar, Trabzon’da halkın o futbolcuya bakışı değişir. Futbolcu yalanlasa bir türlü yalanlamasa bir türlü. Bir sonraki maçta bir de kötü oynarsa, gol filan kaçırırsa seyreyle gümbürtüyü.

Trabzonspor(lu) bu problemin üstesinden gelmelidir. Yoksa ne kadar kaliteli bir kadroya sahip olursa olsun, ne kadar pozitif bir futbol oynarsa oynasın... 28 senedir olan bitenin özeti de budur Trabzonspor açısından.

21.03.2012, Taraf