29 Ağustos 2012 Çarşamba

Trabzonspor’da kuşak sorunu



Kuşak farkı, toplumsal düzenin işlemesi açısından her zaman önemli bir sorun teşkil eder. Fakat bizim gibi hareketli toplumlarda bu sorun çok daha ciddi ve büyüktür. Daha net anlaşılabilmesi için iki uç örnek vereceğiz: Bir Batı Avrupa ülkesi düşünün. Her şey yerli yerine oturmuş, evli evinde, köylü köyünde, şehirli şehrinde. Öyle büyük göç hareketleri yok. Toplum hayatını derinden etkileyecek sarsıntılara da pek rastlanmıyor. Bir aile söz gelişi 300 yıldır aynı adreste oturuyor. Nesiller boyunca o evde doğmuş büyümüşler. Dede profesör, baba da öyle, oğlan da master yapıyor. Bu ahval ve şeraitte dede ile torun arasında mutlaka bir kuşak farklılığı olacaktır ama bu ne kadar bir farklılık olabilir?

Bize gelelim. Dede okuma yazmayı askerde öğrenmiş, baba orta ya da lise mezunu, torun birkaç dil biliyor, sık sık yurt dışına gidip geliyor. Arada savaşlar, depremler, darbeler, muhtıralar, yokluklar, kuyruklar, anarşi, terör. Bunların hepsi nesillerin hafızasında yer ediyor, davranış kalıpları ve reflekslerini olumlu-olumsuz etkiliyor. Hepsinden beteri koskoca bir göç olgusu var. Şu bizim dede köyde yaşıyor, baba kasaba ya da kentin varoşlarında, oğul da havuzlu villada. Sanırız farkın çok daha büyük olacağını söylemeye bile gerek yok.

Başta söylediğimiz gibi uç örnekler verdik. Nasıl ki (benim dahil olduğum) Trabzonspor’un bütün şampiyonluklarını görmüş en genç nesil, şu anda 20 yaş grubunda bulunan taraftarın Şenol Güneş’i birkaç dakikalık görüntülerle bile olsa sahada oynarken hiç görmediğini düşünememektedir, halihazırda Trabzonspor’da yönetici ya da yönetici adayı pozisyonunda bulunan 50-60 yaş kuşağı da bizleri ve daha genç nesilleri anlamamaktadır. Trabzonlular hem göç hadisesinden hem de şu yukarıda tasvir ettiğimiz Türk ailesinin takip ettiği seyirden birinci derecede etkilenmişlerdir çünkü.

Buna ilave olarak, Trabzonspor özelinde bir başka kuşak sorunu daha karşımıza çıkmaktadır. Trabzonspor camiası, şampiyonluk görerek taraftar olanla görmeden taraftar olan şeklinde görünmez ama kalın bir çizgiyle ikiye ayrılmaktadır. Birinci sınıfta yer alanlar kendileri hiçbir katkıda bulunmadıkları halde gelen başarılar sonrası, bu başarıların Trabzon şehri ve insanının bir takım üstün özelliklere sahip olması hasebiyle kendi doğallığında geldiği gibi biraz da kaçınılmaz bir yanılgının esiri olmuşlardır. Ortada yıldız oyuncularını satıp yerine gençleri monte ettiği halde şampiyon olup duran bir takım vardır. Bu kitle taraftarı olduğu takımın başarısı için hiçbir çaba sarf etmemiştir, çünkü böyle bir şeye lüzum olmamıştır.

1984’teki şampiyonluktan sonra yetişen nesil, kendi döneminin şartları icabı özellikle yurt dışındaki gelişmeleri daha yakından takip edebildiği için farklı bir taraftar profili geliştirebilmiştir. Başarı kolay değildir, eskilerin beklediği gibi kendiliğinden filan gelmeyecektir. O halde tribünde alkışlamaktan çok daha fazlası yapılmalıdır. Buna da yeni nesil hazır ve nazırdır. Eskilerin tecrübelerini de yanlarına alarak, yeni ve çok daha sağlıklı bir kurum inşa edebileceklerdir. 

29.08.2012 Taraf

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Genç Trabzonsporlular göreve…



Bir kulüp iyi yönetilirse başarılı, kötü yönetilirse başarısız olur. Mesele özünde bu kadar basittir. Başarı kavramı göreceli olabilir, o ayrı meseledir. Trabzonspor kulübü başarılı mıdır? Bizce değildir, o halde iyi yönetilmemektedir. Bu bir kötü niyet sonucu değildir, temelinde bir kuşak sorunudur. Takımın başarıdan başarıya koştuğu yılların konjonktürü mazide kalmıştır. Amma ve lakin yönetici zihniyet aynı hızla değiş(e)memiştir. Günümüzde gelinen noktadaki başarısızlığın esas sebebi budur. (Umarız değerli okurlarımız şike, kupa, transfer, Karabük maçı gibi konulara değil de büyük resme baktığımızı takdir ediyorlardır)

Trabzonspor yönetimi, genel anlamda Trabzon merkezde yaşayan ve oraya ait insanların tekelinde kalmış, bu insanlar bırakın başka vilayetlerden olan yönetici adaylarını, Trabzon’un ilçelerini bile dışlamışlardır. Ulaşım ve iletişimin günümüzdeki kadar gelişmiş olmadığı geçmiş dönemlerde bu yapı muhafaza edilmiştir, ancak ebediyete akıp giden zamanda Trabzon dışında ikinci ve üçüncü nesil Trabzonlular yetişmiş, aldıkları eğitim ve yaşadıkları çevreler itibariyle Trabzonspor’u çok daha yüksek noktalara taşıyabilecek vizyon ve kapasitede bir pozisyona sahip olmuşlardır. Ve artık bu insanların Trabzonspor’da yönetimi devralmaları zamanı gelmiştir.

Konu sadece genç Trabzonlular meselesi değildir. Çünkü Trabzonspor sadece Trabzonluların takımı değildir. Başta komşu vilayetler olmak üzere Türkiye’nin her yerinden çok değerli Trabzonsporlular vardır. En az Trabzonlular kadar takımlarına bağlı olan. Bu insanlarla kulübün arasında sağlıklı ve verimli bir iletişimin kanalları behemehal inşa edilmelidir.

Trabzon merkezdeki kesimin bu tatlı iktidarı kendiliğinden devir teslim etmesini beklemek kuşkusuz hayaldir. Bu tarihi görev, gerek Trabzon’da gerekse gurbette yaşayan aklı selim sahibi yeni nesillere düşmektedir. Başarıları hiç beklemediği anda kucağında bulmuş olan ve kaybettiği zaman ne yapacağını bir türlü kestiremeyen eski nesil Trabzonsporlulara değil, şampiyonlukları büyüklerinden peri masalı gibi dinlediği halde Trabzonsporlu olan ve Şenol Güneş’i dünya gözüyle doya doya izlemek bir yana, internet arşivlerinde birkaç dakikalık görüntüsünü bulunca sevincinden havalara uçan nesillere…

Yazdıklarımızla kimseyi tahkir ve tezyif etmek istemiyoruz. Ancak Trabzonsporlu babaların kollarından tutup maç izlemeye götürdükleri küçük çocuklar bir şeye benzemeyen futbol ve sıkıntılı sonuçlar karşısında kendi kendilerine “benim burada ne işim var?” diye sormaya başlarsa artık ne Şenol Güneş’in birkaç dakikalık görüntüleri para eder ne de peri masalları… Trabzon’daki değerli büyüklerimizin kulübün kuruluş ve renk tercihindeki zorlukları anlatmalarını da dinleyen kalmaz. Geçenlerde topluca maç izlediğimiz bir mekanda çocukların gözlerinde o sorunun işaretini görür gibi olduk da tüylerimiz ürperdi çünkü. 

22.08.2012 Taraf

9 Ağustos 2012 Perşembe

Transfer hafakanları…


Transfer zamanı beni hafakanlar basıyor. Zorla değil ya, birilerinin yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği, gözü gibi bakıp yetiştirdiği futbolcusunu başka birilerinin gelip parayı bastırarak çekip almasını, hazıra konmasını bir türlü benimseyemedim. Hele aşağıdaki örnekteki gibi olunca insan zıvanadan çıkıyor.

Ercan Güven, 10.01.2009 tarihinde “Yusuf’un transferi, sistemin özeti!..” başlıklı bir yazı yazmıştı. O sezon Trabzonspor ara transferde Yusuf Şimşek’i transfer etmek istemiş, transfer bitti derken birden bire devreye Beşiktaş girmiş ve adı geçen futbolcuyu kadrosuna katıvermişti. Ercan Güven de bu durumu “Beşiktaş Trabzonspor’u ekarte etmiştir” diye yorumlamış, daha koca bir 2. yarı olmasına rağmen Trabzonspor’un şampiyonluk şansının kalmadığını açıkça söylemişti. Çünkü Trabzonspor teknik direktörü takviye ihtiyacı olduğunu beyan etmiş, sizden daha güçlü bir rakip transferini düşündüğünüz futbolcuyu önünüzden çekip almış, sizi bir omuz darbesiyle aşağılamış ve dertlerinizle baş başa bırakmıştır. İstediği takviye yapılamayan teknik adam da görevinin başındadır, yerine adam istenen futbolcu da yine takımdadır. Her zaman daha fazlasını isteyen kalabalıklar da tribündedir.

Ercan Güven’in son paragrafını aynen alıyorum:

Bir futbolcunun rakibine çalım atması sağa bırakıp soldan kaçması, teknik direktörün rakip orta sahayı üzerine çekip takımına uzun toplarla gol aratması ne kadar “aldatmaysa, komploysa, ayıpsa”, bu da o kadar...
Futbolun kuralları böyle yazılmış. Rekabetin içinde “iyi futbolcuyu alma” rekabeti de var, “rakibin silahını ele geçirme” taktiği de... Kaynakları bol olanın dizginleri tutma gerçeği de.
Paran azsa, zekanı zorlayacaksın.
Dert yanıyorsan, belli ki kayıptasın.
Trabzonspor Başkanı Şener, “Beşiktaş kendisine yakışanı yaptı” derken “etik eleştiri” getirmeye çalışıyor rakibine.
Ev alıyorsanız, arsaya yatırım yapıyorsanız, son anda komşunuzun çıkıp daha yüksek para vermesi “etik bağlamda” tartışılabilir tabii. Ancak, bir fabrika kuruyorsanız ve rakip fabrikanın yöneticilerini transfer etmek istiyorsanız bunun adı bilinçli ve akıllı yatırımdır.
İşin içinde para varsa, sonuçta tüm kulüpler şampiyonluğu hem taraftarlarını sevindirmek hem de daha büyüyüp bol gelire kavuşmak için istiyorsa... Parayı bastırıp malzemenin iyisini almak veya parayı bastırıp rakibinin tekerine çomak sokmaktan doğal bir şey var mı?
Ne dediniz; “ayıba ortak mı oldum”?..
Bana ne, ben mi soktum futbola parayı.”

****

Ev ve arsa alırken komşunuz devreye girip yüksek para veriyorsa “etik bağlamda” tartışılabilir ama fabrika ve transfer işinde bunun adı bilinçli ve akıllı yatırım… Trabzonspor’un önünde iki yol vardır. Ya bir şekilde bütçesini rakipleri kadar büyütüp onun bunun yetiştirdiği futbolculara -af buyrun- salça olmak ve bunu büyüklük kabul etmek; ikincisi ne yapıp edip kendi fabrikasını kurup bir an önce üretime başlamak. Böyle hem kel hem fodul misali olmuyor çünkü. Ne üretebiliyorsun ne de satın alabiliyorsun. Kibrinden dolayı “büyüklük bunun neresinde?” diye de soramıyorsun. 

09.08.2012 Taraf

2 Ağustos 2012 Perşembe

Bizden gazeteci çıkmıyor…


Yapanlar bilir, askerde tertipçilik diye bir bela vardır. Bazen birliğin komutanı tarafından resmen uygulanır, çoğu zaman er ve erbaşın kendi arasında kurduğu bir düzenin adıdır. Katı kuralları vardır ve acımasızdır. Kısaca özetlemek gerekirse, askerde en pis ve ağır işleri birliğe en son katılanlar yapar. Askerin kıdemi arttıkça yapılan işler temizleşir ve kolaylaşır. Hele tezkereye yakın zamanlarda asker neredeyse hiçbir iş yapmaz, hâttâ son günlerde kendisine nöbet bile yazılmaz. Komutan eliyle tertipçilik yoksa da bile üstler de bu olguyu bir dereceye kadar kabul ederler yani.

Tabii konu sadece iş yapmak ya da yaptırmaktan ibaret değildir. Üst tertipler alt tertiplere büyük bir küçümseme ve aşağılamayla bakarlar. Neredeyse nefrete varan… Bu hakkı (!) kendilerine veren tek şey, asker ocağına birkaç ay erken gelmiş olmalarıdır.

Ancak işin içine başka faktörler girince işler birazcık karışır. Örneğin asker ocağına üniversite mezunları gelince onları nereye koyacaklarını tam olarak kestiremezler. Devlet onları sıfırdan başlatmamış, birkaç adım öncelik vermiştir ama er, erbaş ve muvazzaflar bir türlü üniversite mezunu askerleri içlerine sindiremezler, sürekli bir gerilim azala çoğala devam eder gider.

Bu tertipçilik olgusu asker ocağında kalsa neysedir. Fakat biz asker millet olduğumuz için olsa gerek, bu tertipçilik ruhumuza işlemiştir. Her meslek dalında, hâttâ hayatın her alanında karşımıza çıkar. Bir mesleğe sizden önce başlamış biri kayıtsız şartsız sizden üstündür. Yetenek, çalışkanlık, başarı düzeyi falan filan. Hiçbirinin önemi yoktur. Yeter ki kapıdan daha önce girmiş olun… Neden bunları yazdık? Birkaç gün önce Star Gazetesi yazarı Yavuz Saltık, bir köşe yazısında eski gazeteci Hasan Sarıçiçek’e bir takım eleştiriler yöneltti. Eleştiriler ağırdı, hafifti, yerliydi yersizdi; bir şey demeyeceğim. Gerek Hasan Sarıçiçek gerekse Yavuz Saltık bu konudaki iddialarını savunabilirler, kendi aralarında konuşup halledebilirler. Nitekim önce şahsen telefon görüşmesi, ardından da geçen akşam TGRT Haber’de bir programda konunun açılması üzerine canlı bağlantıyla müzakere edildi ve karşılıklı helalleşmeyle en azından zahirde tatlıya bağlandı.

Bizim takıldığımız nokta, Hasan Sarıçiçek’in canlı bağlantıdan önceki dakikalarda -bağlanmaya çalışan Yavuz Saltık’ın dikkatinden kaçmış olacak- sarf ettiği bir cümle oldu. “Önüne gelen köşe yazarı olmaya başladı” mealinde bir şey. Alın size tertipçiliğin âlâsı. Yavuz Saltık’ın yazıları ortada, yazdıkları ortada. Bir başka gazeteci hakkında iki satır laf edebilmek için 40 yıllık meslekten mi olmak gerekiyor acep?

Rahatsızlığımızın sebebi sadece bizim de 40 yıllık gazeteci olmayışımız değil. Dedik ya, her alanda karşımıza çıkıyor bu illet. Okulda, ailede, en fazla askerde, iş hayatında… Ondan sonra bizden adam çıkmıyor, nitelikli insan yetişmiyor falan filan. Yetişmez, boşuna beklemeyin. Yetişen de 40 yıldır aynı yere çekiç vuran ustanın her halükârda kendisinden üstün tutulmadığı yerlere kaçıyor. Önleyin bakalım beyin göçünü, önleyebilir misiniz… 

02.08.2012, Taraf