15 Mayıs 2013 Çarşamba

Futbol ve ölüm


Geçen hafta sonu oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçı esnasında ve sonrasında yine üzücü hadiseler yaşandı. Hâlbuki bunların olmasını gerektirecek hiçbir gerekçe görünmüyordu ortada. Şampiyon geçen hafta belli olmuş, Galatasaray Saracoğlu’na şampiyon olarak gelmiş ve 14 yıldır olduğu gibi yine Fenerbahçe galip gelmişti. Herkesin mutlu olması lazımdı ama yine ortalık savaş alanına döndü. Maddi hasar hadi neyse, fakat gece yarısı gelen acı bir haber işin rengini değiştirdi. Fenerbahçe taraftarı genç bir delikanlı, bir Galatasaray taraftarı tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülmüştü.

Sonuncusu olması için dua ettiğimiz bu cinayet ne yazık ki ilk değil. Üstelik medyaya yansımadığı için kamuoyunun bilmedikleri de var, onlar da sadece düştükleri yeri yakıp gittiler.

Tabii olayın ayrıntılarına çok vakıf değiliz, ancak kulüp taraftarlığı yüzünden bir insanın canına kıymak hangi sebep ya da gerekçelerle açıklanabilir? 20 yaşındaki bir genç muhatabına ne yapmış, ne demiş olabilir ki –aralarında herhangi bir diyalog ya da ilişki olup olmadığını da bilmiyoruz- canından olmuştur?

Münferit gibi görünen hadiseyi biraz eşelediğimiz zaman, altından hayat mücadelesinde kendini yenik sayan problemli bir toplum yapısı çıkmaktadır. Bize göre futbol ve benzeri her türlü mücadele sporu kazanılması gereken bir savaştır. Şu ülkede futbolu sadece ya da öncelikle seyir zevki için seyreden kaç kişi vardır? Yıllar önce Fenerbahçe Fransa’nın Bordeaux takımını, Galatasaray da Polonya’nın Vidzew Lodz takımını elediği bir maçın (o zamanlar bu olağanüstü bir başarıydı tabii) hemen akabinde karşılaşmışlar, tansiyonu son derece düşük bir müsabaka olmuş, her iki takımın taraftarı da tribünde mutluluk şarkıları söylerken televizyondaki spikeri sıkıntı basmış ve rahatsızlığı iyice belli bir ses tonuyla “eskiden iki takım arasındaki maçlarda yer yerinden oynardı, şimdi öyle bir şey yok” diye hayıflanmıştı.

Eğer taraflar karşılıklı olarak barış mesajları verseler, birbirlerine jestler yapsalar, devlet de gerekli önlemleri almış olsa bu hadiseler yaşanmaz. Ama ne olur o zaman? Hayatta mağlup olan kitleler, futbolu galibiyet arayacakları bir alan olarak algılamazlarsa kendilerine başka ve belki de çok daha tehlikeli mecralar arayacaklardır. Sizin anlayacağınız, toplumun gazı futbol kanalıyla alınmakta, arada böyle bir ya da birkaç zayiat (!) da verilmektedir. O kadar olsundu artık, çok daha büyük zararlara uğramaktansa hem futbolun rantını devşirmek, hem dediğimiz gibi toplumun gazını almak çok daha kârlıydı.

Eh, devletin bekası için kundaktaki kardeşlerini Cennet’e yollayan bir gelenekten gele gele buralara geldik. Birkaç asırlık zaman diliminde alınan mesafe bir arpa boyu sayılmaz yine de. 

15.05.2013 Taraf

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Şehir ve Egemen


Geçen hafta sonu Süper Lig’de oynanan karşılaşmalardan sonra şampiyon belli oldu. Galatasaray 19. şampiyonluğuna ulaştı. Zaten beklenen bir şeydi ve geçen seneki aksiyon (!) sahneleri yaşanmadı, bir iki istisna dışında.

Derken, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’in bir tweeti gündeme düştü. Şöyle diyordu sayın bakan: “Tebrikler Galatasaray Şampiyon Cimbom'luları kutluyorum. Bir İstanbul sevdalısı olarak şampiyonluğun şehrimizde kalmasına sevindim.”

Doğrusu biraz garip bir tweetti bu. Şampiyonluğun İstanbul’da kalacağı haftalar öncesinden belliydi. İstanbul dışına çıkmaya hiçbir zaman pek hevesli olmadığı da. Sonra İstanbul sevdalısı olmakla şampiyonluğun şehirde kalması arasındaki ilişki? Şampiyonluğa ambargo koymuş kulüplerin iddia ettikleri gibi 25’er milyon taraftarları varsa, bu taraftarların hepsi şehirde mi yaşıyordu? Anadolu’nun Trabzon hariç her vilayetinde şampiyonluk doyasıya kutlanıyordu her zaman.

Sayın bakan elbette bunları çok iyi bilirdi bilmesine de; onun muradı başkaydı. Şehremini olmayı düşündüğü İstanbul’a selam gönderiyordu o. İyi de hangi İstanbul’a? İstanbul’da taraftarlık fanatizmini bastıracak bir şehir aidiyeti var mıydı ki. Öyle bir şey olsa bu takımlardan biri şampiyon olduğunda diğeri neden şehrin bir taraflarını yakıp yıksındı? İstanbul diye bir şehir vardı, İstanbul sevdası da vardı ama ortada İstanbul’lu diye biri yoktu. Anadolu’da yaşayan ve İstanbul’u hayatında görmemiş İstanbul kulübü taraftarlarının da bu selamı üzerlerine almaları için hiçbir sebep yoktu. Dolayısıyla sayın bakanın selamı boşa gitmişti, hiç kusura bakmasındı.

Ülke futbolunun sahil-i selamete çıkması, gerçek anlamda rekabet ve kalitenin temin edilmesiyle mümkündü(r), bunu fırsat buldukça ifade etmeye çalışıyoruz. Ülke nüfusunun, ekonomisinin, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde bir bölgeye yığılmış olması pek çok alanda olduğu gibi futbolda da ülkenin dengesini bozmakta, ortaya sağlıklı bir yapının çıkmasına engel olmaktadır. Bunun için yurdun dört bir yanında cazibe merkezleri üretilmeliydi. Evet, Özal döneminden bu yana Anadolu sermayesi güçlenmiş ve o sermaye AK Parti’yi ortaya çıkarmıştır, AK Parti’nin de Anadolu’yu hepten boşladığı söylenemez ama onlar da ağırlığı zaten anormal derecede büyümüş İstanbul’a vermiştir.

Anadolu’ya göstermelik kabilinden yapılan birkaç yakışıklı stadyum ile ülke futbolunda gerekli ve yeterli rekabet ortamı tesis edilemez. Edilemeyince de Avrupa’da başarı maşarı elde edilemez. Bu sene olduğu gibi arada bir denk gelir, o kadar. Hep söylediğimiz gibi, üç vakte kadar da canım yurdumun dört bir yanında Avrupa kulüplerinin satış mağazalarını, irtibat bürolarını görmeye başlarız. Sanırım kimse hâlâ tehlikenin farkında değil. Sayın Bağış’ın hiç değil. Nasılsa futbol üzerinden olmasa başka şey üzerinden selam söyler seçmenlerine… 

08.05.2013 Taraf