Bu yazıyı Macaristan milli maçından önce kaleme alıyorum.
Skorun ve skorun getireceği gelişmelerin yazımızla pek ilgisi yok.
1995’te Bosman kuralı çıktıktan sonra milli takımların
giderek önemini kaybedeceğini düşünenler fena halde yanıldılar. Bunlardan biri
de bendim, çünkü AB’nin özünde bütün Avrupa’nın nihayetinde tek devlet olmak
ülküsü uğruna kurulmuş bir müessese olduğunu okumuş, öğrenmiştik. Bosman kuralı
da bu yola dikilen kilometre taşlarından biriydi herhalde.
Dediğimiz gibi milli takımların önemi azalmadı. Evet,
Şampiyonlar Ligi geçen yıllarla birlikte büyüdü, serpildi, güzelleşti ve bir
içim su oldu. Fakat yine de Tanıl Bora’nın çarpıcı benzetmesiyle Dünya Kupası
finalleri futbolun ramazanı olarak kaldı. Bizde de milli takım hep önemliydi,
takımı idare edecek teknik adam ve seçilen futbolcular sürekli tartışma konusu oldu.
Geçmişte kulüp teknik direktörlerinin milli takıma giden futbolcularına
“kendinizi fazla zorlamayın” dedikleri gazetelerde bile yazıldı. Bazen
futbolcular “sakatlık” mazeretiyle “milli görev”e gitmediler ve kulüp
takımlarının bir sonraki maçlarında çıkıp oynadılar. Yukarılarda bazen böyle
manevralar dönerken, halk nezdinde milli takıma karşı beslenen temiz duygular
hiç değişmedi. Toplum milli maçları milli mücadele olarak kabul etti.
Galibiyetlerde çok sevindi, mağlubiyetlerde karalar bağladı. Taraftarı olduğu
takımdan milli formaya layık gördüğü futbolcular o formayı giydiğinde gurur
duydu, giymeyince öfkelendi. İçinden de olsa “boş versene, gidip sakatlanırsa
ne olacak?” demedi.
Halkın bu kadar önemsediği milli takım, çok uzun bir zaman Macaristan’ı
3-1 yendiği hazırlık maçıyla övündü. O maçın yıl dönümlerinde koca koca adamlar
kutlama yaparlar, takımdan ahirete intikal etmiş olanlar için saygı duruşunda
bulunurlardı.
Sözün kısası, milli takım bazı dönemsel başarılar dışında
bir türlü istenen ve beklenen düzeye ulaşamadı. Şüphesiz bu durum ülke
futbolunun içinde bulunduğu ahval ve şeraitle yakından alâkalıdır. Rekabetin
olmadığı, başarıların rotasyonla bazı takımlar arasında paylaşıldığı, bu düzene
kimsenin ciddi bir itiraz yöneltmediği bir ortamda bu sonuç hiç de anormal
değildir.
Geçen cuma akşamı oynanan Romanya maçı için tercih edilen
kadro, problemin esasını olduğu gibi gözler önüne seriyordu. Sahada Anadolu
takımlarından bir tek oyuncu vardı, o da Romanya milli takımındaydı. Romanya da
bizim milyon dolarlık baby’lerimizin takımını yendi ve gitti.
Bu bir açmazdır. Anadolu’da top koşturan futbolcular asla
İstanbul’a galip gelemeyeceklerini biliyorlar. Hedefleri bir şekilde İstanbul’a
kapağı atıp kendini kurtarmak, olmazsa Anadolu’da hiçbir meslek grubunun
kazanamadığı paralarla beylerbeyi hayatı sürmek. İstanbul’a gelen de nasılsa
birkaç yılda bir şampiyon olacağını biliyor, oynuyormuş gibi yapıyor. Bunun
sonucunda da eski(meyen) tabirle Kapıkule’den öteye geçemiyoruz. Öyle bir açmaz
ki, yurt dışından gelen soydaşlarımız bile çare olamıyor, ancak takım
arkadaşlarına laf sokuyorlar.
Yerimiz kalmadı. Kısmet olursa yine bir milli maç arasında
devam ederiz.
17.10.2012 Taraf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder