4 Nisan 2012 Çarşamba

Böyle geldi ama böyle gitmeyecek...

Burada kalkıp kaleci Volkan’a atılan bıçağın savunmasını yapacak değiliz. Bunun cinayete teşebbüs olduğuna inananları başka bir düşünceye ya da yumuşamaya ikna etme şansımız yok. Yakın ve uzak geçmişte İstanbul statlarında bir başka bıçakla adam öldürüldüğünü, uluslararası bir maçta tribünlerde ateşli silahla yaralama hadisesinin yaşandığını hatırlatmamın da bir faydası olmayacak. Öyle bir sosyo-psikolojiye sahibiz ki, biri çıkıp “ama onlar sahaya yansımadı” bile diyebilir çünkü. Geçmişte tam kamera hizasında gerçekleşen beş metre ofsaydı hakemin es geçmesini örnek gösterdiğimde “ama gol olmadı ki” cevabını almışlığımız vardır. Bu şekilde bir yere varamadık, varamayacağız. Zaman, enerji, nefes ve mürekkep tüketiyoruz. Bu tüketim çılgınlığını başta dolgun maaşlar olmak üzere türlü şekillerde paraya tahvil edenlerin bir şikâyeti olmayabilir. Ancak böyle giderse değirmenin suyu kesilecek, ortada ne maaş kalacak ne tahvil, ne senet ne de villa...

Böyle giderse”yi açmaya çalışalım: Dünyanın küçüldüğünü biliyoruz, tekrarlamamıza gerek yok. Ülkemizde içinde futbol sektörünün de bulunduğu bir düzen var, bugünlere kadar öyle ya da böyle işledi. Birileri kazandı, birileri kaybetti. Daha sonra başkaları kazandı, diğerleri kaybetti. Bazıları hep kaybetti, bazıları hep kazandı. Kimileri mutlu oldu, kimileri de mutsuz... Bunun büyük bir kurgu olduğunu ortalama çoğunluk ya fark etmedi ya da etmek istemedi. Değiştiremediğimiz gerçeklerden bunaldığımızda tatlı yalanlarla kendimizi kandırmak, sonra da o yalanları gerçek yerine koymak bir başka toplumsal özelliğimiz. Belki de insanın yaradılışında olan bir özellik bu.

Tam da bu özellikten dolayı olacak, Avrupa’nın her yanında, büyük olsun küçük olsun her takımın kendi taraftarı varken sevgili ülkemizde süreç biraz farklı işlemiş ve futbola ilgi duyan herkes sadece başarılı olanların taraftarı olmuş. Bunda dönemin gazetelerinin ve transistorlu radyonun yaygınlaşmasının büyük katkısı olduğunu düşünürüm.

Şimdi de benzer bir süreç yaşanıyor ve Avrupa’nın önde gelen liglerindeki göz kamaştırıcı kalitedeki futbol her hafta evimize misafir oluyor. Türkiye’deki herhangi bir futbolsever için Messi ile kendi takımının bir yıldız futbolcusu arasında hiçbir mesafe farkı bulunmuyor artık. El Clasico karşılaşmaları Türkiye’de oynanan Dünya derbileri(!) kadar raiting alıyor. Hele bizim bir derbi müsabakasıyla El Clasico ya da benzeri bir dev karşılaşma arka arkaya gelince aradaki kalite farkı –af buyurun– kabak gibi ortaya çıkıyor.

Hâl böyleyken, kendi kendimizi kandırdığımız her geçen gün daha net bir şekilde anlaşılırken bu düzen daha ne kadar ayakta kalabilir? Takım tutma yaşına gelen çocuklar Avrupa takımlarının taraftarları olmaya başladılar. Yaşı kemale ermiş olanların da bizim futboldan yana afiyetsizlikleri apaçık ortada. Eğer futbolda tez zamanda dünya ile entegre olmazsak, futbolsever Avrupa’dan bir takım tutacak, hâlihazırda tuttuğu takıma da kendi memleketinin takımı muamelesi yapacak. Nasıl ki örneğin bir Kayserili Galatasaray taraftarı ama Kayserispor’u da memleketinin takımı diye işte öylesine destekliyor, onun gibi. Belki günümüzde Avrupa’lara gidip stattan maç izleme lüksüne çoğumuz sahip değiliz, ancak zamanla o da gerçekleşebilir. Ulaşım ucuzlar, refah düzeyi yükselir, aklına esen vatandaş atlar uçağa, gider Milano ya da Madrid’de maçını izler gelir. Hem gezmiş olur hem kaliteli futbol seyreder. Ne hakemin adaletinden endişe duyar ne de stattaki can güvenliğinden...

Bunca yıldır itişip kakıştığımız yeter. Artık hiçbir şeyi gizleyemiyoruz, gizleyebilmemiz de mümkün değil zaten. İş işten geçmeden aklımızı başımıza toplayalım. Eğer Türk futbolunun göz göre göre ölüme terk edilmesi umurumuzda değilse, hepimiz –ya da çoğunluğumuz– zamanında yaptığımız gibi yakınımızdaki takımı tutacağımız yerde binlerce kilometre uzaktaki bir takımla gülüp ağlamakta bir mahzur görmüyorsak mesele yok. Hayır, “biz böyle iyiyiz, ilişme” deme şansımız da yok. Böyle kalmayacak çünkü hiçbir şey. Baksanıza, elin İspanyol’u Uzak Doğu’dan izlenebilsin diye öğle vaktinde maç oynatmaya başladı. Kimin aklına gelirdi?

Dünya’ya entegre olmaktan kastımın da sadece şiddetin önüne geçilmesi olmadığını azıcık izan sahibi olanlar anlamıştır. Futbolumuzu tehdit eden en büyük tehlike şiddet değil, başka bir şey çünkü. Asıl ondan kurtulmamız, arınmamız gerekiyor. Topyekûn...

04.02.2012, Taraf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder