6 Aralık 2011 Salı

Bizi ayıran nehir

Geçen hafta sonu herkesin bildiği gelişmeler husule gelince tansiyon yine yükseldi, ortalık yine hareketlendi. Tartışmalar bitip tükenmek bilmiyor, herkes meselenin hukuki boyutunu çözmeye, olayların seyrini önceden görmeye çalışıyor.

Hukuktan ancak sokaktaki adam kadar anlarız. Dolayısıyla “falan numaralı maddede şöyle yazdığına göre böyle böyle olmalı” diye ahkâm kesmeyeceğiz. Bildiğimiz, hukukun eninde sonunda tecelli edecek ve hakkın yerini bulacak olduğudur.

Bize öyle geliyor ki, Türk futboluna bir çekidüzen verme kararı alındı ve büyük bir operasyon başlatıldı. Bu kararı alan güç öyle böyle değil, Aziz Yıldırım gibi birini beş aydır içeride tutabilecek çapta bir güç ve eğer mezkûr şahıs dışarı çıkarsa neler olup biteceğini de hesaplayacak kadar basiret ve feraset sahibidir elbet. Bunu zaten başından beri muhtelif zamanlarda söyledik. Geçen zaman zarfında fikrimizi değiştirecek bir gelişmeye kendi adımıza şahit olmadık. Tahmin ettiğimiz sonuca ulaşılmasına engel teşkil edecek hiçbir emare görülmüyor. Bir kanun tasarısı çıkacak oldu, o da Köşk’ten dönüverdi!..

Başa dönelim. “Herkes tartışıyor” dedik. Bu noktada önemli bir ayrıntıya vurgu yapmadan geçemeyeceğiz: Fenerbahçeliler, sürecin başından bugüne kadar topyekûn savunmaya geçmişler, cansiperane bir şekilde başkanlarını savunuyorlar. Başkanın muhatabı olduğu suçlamaların gerçek olup olmadığı umurlarında değil. Dolayısıyla mahkemenin vereceği karar da... Son olarak, bir televizyon programına telefonla bağlanan ve Fenerbahçeliliğiyle tanınan ünlü bir futbol yorumcusu, “Başkan şike yapmışsa ben de onuna beraber hapis yatarım” diyebilecek kadar kendini kaybetti.

Kamuoyu bu durumu izahta zorlandı, zorlanmaya da devam ediyor. Başkanın suçlu olma ihtimali hiç mi yoktur? Suçlu ise kendisini savunanlar da bu suça ortak olmuyor mu? En azından “biz başkanımızın suçsuz olduğuna can-ı gönülden inanıyoruz. Fakat suçluysa kim olursa olsun cezasını çeksin. Asırlık Fenerbahçe kulübü kişilerle kaim değildir” diyemiyorlar mı? Yargı süreci sonunda mahkûm olma ihtimali bulunan bir başkanı bu kadar canhıraş bir şekilde savunmak ve sahip çıkmak, 104 yıllık bir kulübün önceki başkanlarına hakaret olmuyor mu? Yoksa Fenerbahçe tarihinin “bir bütün” (!) olduğunu mu düşünüyorlar?

Konunun bir tarafında da Trabzonspor var. Tutuklu vaziyette bekleyen herhangi bir mensubu olmasa da iddianamede adı geçiyor ve onların da ceza alma ihtimalleri var. Pekâlâ, Trabzonsporlular bunun karşılığında ne yapıyorlar? Ne yapacaklar, dalgalı bir seyir takip eden soruşturma sürecinde zaman zaman başkan ve yöneticilerinin pisliğe bulaşmış olması ihtimali belirir belirmez onları istifaya davet ediyorlar. İddianame mahkemeye sunulduğu gün, içeriğinden bazı kesitler kamuoyuna düştükten sonra bir grup taraftar istifa eylemi yapmaya niyetlendi, çünkü orada Başkan Sadri Şener ve Yönetici Nevzat Şakar’ın da ismi geçiyordu.

1984’teki son şampiyonluğundan bu yana defalarca hakkı olduğu şampiyonluk elinden alınan bir camia her şeye rağmen hukuka güvenerek, eğer suçu varsa kendi yöneticilerinin de cezalandırılmasını isteyerek sessiz sedasız hakkının iade edilmesini beklediği halde, asırlık çınarın sergilediği psikoloji anlaşılır gibi değil.

Geçmişten bir örnekle önümüzdeki dönemlere projeksiyon yapmaya çalışarak bitirelim. Hatırlanacağı üzere 2002 seçimlerinden AK Parti zaferle çıkmıştı ama Tayyip Erdoğan hâlâ yasaklıydı ve vekil olamamıştı. Başbakan Abdullah Gül oldu, sonra bir de baktık ki Erdoğan Batı’da cirit atıyor ve oraların başbakanlarıyla, cumhurbaşkanlarıyla başbakan gibi görüşüyor. Öte yandan da bütün ülke kendisinin yasağının kalkıp da başbakan olup olamayacağı hakkında yorumlarda bulunuyor.

O günlerde Batı’nın vaziyeti bildiğini ya da sezdiğini, yasaklı kalacak biriyle böylesine üst düzey görüşmeler yapmayacağını düşünmüştüm. Buna bağlı ve ilave olarak bizim bitip tükenmek bilmeyen bir illüzyon dünyasında yaşadığımızı... UEFA da Şampiyonlar Ligi’ne Fenerbahçe yerine Trabzonspor’u davet edince bu örneği hatırladık.

7.12.2011 Taraf


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder