14 Aralık 2011 Çarşamba

El Clasico’nun söyledikleri...

Oynanan son El Clasico, Barcelona özelinde futbolun selametini düşünenlere derin bir nefes aldırdı. Son yıllarda Barcelona’nın rakibine bariz bir üstünlük sağlamasından sonra, bu sezon Real Madrid’in üst düzey bir performans göstermesi ve hâlihazırda klasmanda Katalan rakibinden burun farkıyla da önde olması, “Bu sene galiba farklı olacak. Acayip hırs yapmışlar” gibi yorumlara sebebiyet veriyordu.

Ancak gelgelelim, Madrid temsilcisi El Clasico tarihinin en erken golünü atarak müsabakaya 1-0 galip başlamasına rağmen, ilerleyen dakikalarda rakibinin her zamanki oyununu oynamasına ve kendisini farklı yenmesine engel olamadı. “Her zamanki oyunu” dedik. Gerçekten de Barcelona diğer rakiplerine karşı oynadığı oyundan farklı bir oyun şekli sergilemedi. Maçın hemen başında mağlup duruma düşmesine ve rakibinin “acayip hırsına” rağmen serinkanlı futboluyla yine galip gelmesini bildi.

Bu sonuç beni yıllar öncesine götürdü. 1978 senesi. Trabzon Şalpazarı’nda yaşıyoruz, babam da Şalpazarı Lisesi’nde beden eğitimi öğretmeni ve lisenin voleybol takımını çalıştırıyor. Komşu nahiye Beşikdüzü’nde (sonradan iki nahiye de ilçe oldular) liseler arası bahar turnuvası düzenleniyor. İlçemiz Vakfıkebir, Beşikdüzü ve Şalpazarı’nda faaliyet gösteren liselerin takımları turnuvada oynayacaklar ve Şalpazarı Lisesi takımı da altın çağını yaşıyor. Akıllara zarar imkânsızlıklara rağmen Trabzon şampiyonu oluyor filan.

Turnuvada iki grup var. Birinde Şalpazarı Lisesi önüne geleni yere seriyor, diğerinde Vakfıkebir Lisesi. Benim ve birçoklarının gözünde ikisi de çok güçlü, muhtemelen final oynayacaklar ve final çok zorlu geçecek. Gerçekten de iki lise takımı finale kalıyorlar. Biz de her maça Şalpazarı’ndan gidip, akşamları dönüyoruz. Final öncesi akşamı babama endişeyle “Rakip çok güçlü, bizi yenebilir mi?” diye soruyorum. Rahmetli adam son derece alaycı ve kendinden emin bir tavırla bize rakip olamayacaklarını söylüyor.

Ertesi gün finalde Vakfıkebir Lisesi Şalpazarı Lisesi önünde darmadağın oluyor. Sevinmekle birlikte, grup maçlarında çok başarılı olan bir takımın bu kadar aciz kalmasına da şaşırıyorum. Şalpazarı Lisesi ise her zamanki oyununu oynuyor, farklı bir şey yok. El Clasico da aynı öyle. Real bu sene şöyle farklı, böyle hırslı, galiba bu sefer bırakmayacaklar, yok istatistiklere göre Morinho’nun takımları üç puan farkla lider olduktan sonra hep şampiyon olmuş, vesaire, vesaire, vesaire... Real Madrid tabii ki şampiyon olabilir. Fakat genele bakıldığında kimin başarılı olduğu net olarak görülür.

Futbolun geleceği, Morinho felsefesinde ya da çılgın transfer politikasında değildir. Böyle dediğimiz zaman derhal itirazlar geliyor ve Barcelona’nın da pahalı transferler yaptığı, aslında Real Madrid’den bu anlamda pek bir farkı olmadığı söyleniyor. Öyle değil. Xavi, İniesta, Messi gibi kaliteleri üreten bir fabrika pekâlâ o transfer ettiği futbolcular ayarındakileri de üretir. Üretmese bile kalede idare eden Valdes gibi birini de mi çıkarıp gemisini yürütemez? Pek güzel yürütür, nihayetinde bu bir takım oyunudur. Klâs ve kaliteden daha önemlisi uyumdur çünkü. Ancak sanırım transfer zamanlarında psikolojik faktörler devreye giriyor ve rakip Real Madrid’in parlak transferleri ortalama taraftarın gözünü kamaştırıyor, homurdanmalar başlayınca Barcelona da paraya kıyıp patlatıyor bombayı... Yoksa Valdes’ten iyi kaleci mi yok şu âlemde de yerine başka isim düşünmüyorlar?

Bu rekabetin son yıllardaki hali, futbolda iki zihniyetin mücadelesidir ve futbolun selameti Barcelona tarafının galip gelmesinden geçmektedir. Yaşı müsait olanlar, 1980’li yıllarda rollerin farklı olduğunu ve Real Madrid’in bizim idealize ettiğimiz sistemin bayrağını taşıdığını bilirler. O zamanki Real’den yedi-sekiz kişi İspanya Milli Takımı’nda oynardı ve hepsi de altyapı ürünüydü. O 1950-60 arası altın çağını saymazsak belki en başarılı dönemiydi aynı zamanda. Barcelona da o zamanlar darmadağınık bir görüntü sergiliyor, takımı bir toplayıp bir dağıtıyor, Avrupa’nın ünlü isimlerini getirip gönderiyor, bir türlü dikiş tutturamıyordu. Maradona gibi bir ismin gelip de başarılı olamadan ayrıldığı süreç de o döneme rastlar. Her şey Cruyff’un gelişiyle başladı ve Barcelona bugünlere geldi. Dileriz cümle âleme örnek olur, başarılı olacağız diye etten kemikten bir faniye fabrikalar kurmaya yetecek kadar para verileceğine üretime ağırlık verilir, futbolda her yer gül iklimi olur. Bilindiği gibi ekonomide bütün olumsuzlukların panzehiri üretimdir. Bizce futbolda da öyle.

14.12.2011, Taraf



1 yorum:

  1. Bülent kardeşim, eline sağlık. Trabzon bir zamanlar barcelona gibi üretime ağırlık veriyor, başarılı oluyordu. Darısı tüm takımların başına....

    YanıtlaSil