23 Mayıs 2012 Çarşamba

Su akar, yatağını bulur...


3 Temmuz süreci başlamadan hemen önce, ligler bittikten hemen sonra yazdığım bir yazıda futboldaki yapının ömrünü tamamladığını, ancak tasfiye edilmesinin Ergenekon yapılanması kadar kolay ve hızlı olamayacağını ifade etmiştim. Çünkü futboldaki yapıya dokunduğunuz anda farkında olarak ya da olmayarak çok daha büyük ve hassas başka şeylere dokunmuş olacaktınız; bu büyük ve hassas şeylerin sahipleri de buna sessiz kalmayacaktı. Milliyet yazarlarından Kadri Gürsel, 7 temmuzda kaleme aldığı “‘Üç Büyükler’ düzenine operasyon” başlıklı yazının bir yerinde şöyle diyor: “Bu operasyonun değişmeyecek olan tek sonucu şudur: ‘Fenerbahçe Cumhuriyeti’ AKP iktidarı tarafından yıkılmıştır. Kulüp ve taraftarları, bundan böyle yollarına ‘Fenerbahçe’ olarak devam edeceklerdir.

Düzen belki yıkılmıştı ve süreç sona erdiğinde anlaşılan hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bizim de öngördüğümüz gibi dünya eski dünya değildi, Türkiye de aynı Türkiye olarak kalamazdı. Ancak düzenin sahipleri ve mensuplarının kimlikleri o kadar kolay terk edilecek bir kimlik değildi. O kimlik ki, geçen hafta yazdığımız gibi bu ülkede yaşama ihtimaliniz bulunan çok ciddi bazı sorunları doğmadan bertaraf ediyor, size başka hiçbir aidiyet öznesinin veremeyeceği bir güç ve itibarı sağlıyordu. Kaybedildiğinde sahibini bir hiç yapacak olan bu güç ve itibar, öyle üç beş ses kaydına kurban edilemeyecek kadar konforlu ve değerliydi. Taraftarı olduğunuz kulübün yakın ya da uzak tarihinde birtakım “yanlış” işlere bulaşmış olma ihtimalinin varlığı yüzünden kimliğinizi terk ederseniz, bu ülkede altından kalkamayacağınız kadar büyük sorunlarla karşılaşabilirdiniz.

Bu ülkenin üzerinden pek çok ayıp geldi geçti. Farklı etnik ve dinî kimliklere karşı öfke ve cinnet nöbetleriydi bunlar. 6-7 Eylül olayları da bunlardan biriydi ve Fenerbahçeli futbolcu Lefter Küçükandonyadis, Fenerbahçe kimliği sayesinde başına gelecek tatsız hadiselerden korunmuştu. Bu kimlik kelimenin tam anlamıyla bir üst kimlikti ve sahiplerini böyle belalardan koruyabildiği gibi inanılmaz bir prestij ve statü getiriyordu.

Sebep ortadan kalkar ya da kalkma eğilimleri gösterirse, sonuç da aynı ya da farklı bir hızla ortadan kalkar, ama bunun farkına varılması zaman alabilir. İşte şimdi tam da bu noktadayız. Operasyonu başlatan irade gelecek tepkiyi hesap etmemiş miydi, bilinmez. Son zamanlar da yayınlanan bazı analizlerde “edilmemişti” dense de biz öyle düşünmüyoruz. Belki kongre yapıp, ittifakla tutuklu başkanı yeniden seçme düzeyinde olacağı tahmin edilmese de gelecek tepkiler hesaplanmıştır. Sürecin bu kadar sürüncemede bırakılması da, topun UEFA’ya atılmış olması da o hesap dâhilindedir. Yine kanaatimize göre Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra çık(arıl)an olaylar da aynı zamanda bir gözdağıdır. “Bakınız Sayın Yetkililer, normal şartlar altında oynanan bir maçta şampiyonluğu kaybettik ve ortalığı ateşe verdik. Şike gerekçesiyle ağır bir ceza (küme düşürülme?) verirseniz neler yapacağımızı tahmin bile edemezsiniz” denmek istenmiştir belki de.

Üst kimliğine dokunulan bir kitlenin bu tepkisi anormal değildir. Problem, bir futbol kulübü taraftarlığının üst kimlik haline gelmesi/getirilmesidir aslında. Bu da ülkedeki kimlik sorunuyla yakından alakalı bir durumdur. Türkiye’de yaşayan insanların üzerinde ağır bir baskı olmasaydı taraftarlık elbette yine olacaktı, ancak kesinlikle daha sağlıklı ve problemsiz bir şekil ve içerikte olacaktı. O zaman Avrupa’nın para liginde dereceye girmiş olunmasına rağmen, sıradan takımlara elenmek gibi bir garabet yaşanmayacaktı.

Bunlar normalleşme sancılarıdır, yani genelden biraz farklı düşünüyoruz. Anormallik ileri boyutlarda olduğu için sancılar da ağır geçmektedir. Eninde sonunda su akıp yatağını bulacak, hasta sağlığına kavuşacaktır.

23.05.2012 Taraf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder