30 Mayıs 2012 Çarşamba

Hayatta mağlup, ‘oyun’da galip..


Geçtiğimiz günlerde Real Madrid’in başarılı teknik direktörü Jose Mourinho Türkiye’ye geldi ve gazetelerde bir röportajı yayımlandı. Röportaj baştan sona önemliydi önemli olmasına da bizim dikkatimizi özellikle bir konu çekti. Röportajın bir yerinde kendisine “Üç büyük futbol ülkesinde çalıştın. İtalya, İngiltere, İspanya. Sence hangisinde futbol daha futbol gibi oynanıyor. Hangisinde futbol gerçekten keyif işi” sorusu sorulunca üç ülke arasındaki anlayış farkını açıkladı.

İtalyanların kazanmaktan başka bir şeyi önemsemediklerini, İngilizlerin önceliğinin güzel futbol olduğunu ve kazanıp kaybetmenin onlar için önemli olmadığını, İspanya’da ise ikisinin arasında bir durumun sözkonusu olduğunu, yani hem güzel oynamak hem de kazanmak gerektiğini ifade etti.
Futbolda ya da bir başka “oyun”da ne pahasına olursa olsun kazanmak isteyen kişi ya da kitleler, kendilerini hayatın bir yerlerinde mağlup olmuş ve hâlen rövanşı alamamış kişi ya da kitleler yerine koydukları için böyle yaparlar. İtalya’nın 1982 Dünya Kupası’nı kazanmasının öyküsünün anlatıldığı bir belgeselde, son bölümlere doğru görüşlerine başvurulan İtalyanlar “2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez bütün İtalya’nın ortak bir sevinci yaşadığı”nı dile getirmişlerdi. Bu ifadeler, İtalya’nın esasında çok da mutlu bir ülke olmadığını anlatıyordu belki de. Ya da bazı İtalyanların çok mutlu, diğerlerinin çok mutsuz. En azından ciddi problemler olduğu anlaşılıyordu. İtalyanların her iki Dünya Savaşı’ndan da istediklerini alamadan çıktıkları kimsenin meçhulü değildi. Avrupa gibi yaşayan kuzeyine karşılık, Afrika’nın kuzeyinden hallice yaşayan bir güneyi vardı. Yani, hayatta kazanamayanın oyunda kazanmak için her şeyi mubah görmesi son derece normaldi. Yakın ve uzak geçmişte en büyük şike operasyonları bu ülkede yapılmıştı. Üstelik bir tanesi daha bir kaç gün önde gerçekleşti. Koca koca takımlar küme düşürüldü, o kadar ağır cezalar verildi ama yine de vazgeçemiyorlar bu illetten.

İngilizlerin her devrin galibi olduğu malûmdur. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk tarihe karışmıştır ama sadece siyasi ve coğrafi olarak. Yabancı dil öğrenme zorunluluğu olmadan dünyanın her tarafında derdini anlatabilen insanlar onlar. Sözümona terk ettikleri toprakların tamamında sokaktaki adam şakır şakır İngilizce konuşuyor, trafik soldan işliyor, onların ölçü birimleri kullanılıyor, vs... vs... Daha birkaç gün önce yapılan Eurovision şarkı yarışmasında İngilizce hâkimiyetini çok açık bir şekilde gördük. Hayatta galip olan, dahası her zaman galip olan birilerinin “oyun”da galibiyet değil keyif aramaları da son derece normaldir.

İspanya da herkesin bildiği gibi güllük gülistanlık bir ülke değildir. İç savaşlar, diktatörlükler, darbeler, derin acılar. Çok parçalı bir etnik yapı, kendilerine İspanyol değil de başka isimler veren, bütünden ayrılmak isteyen parçalar... Yedi farklı dil konuşulduğunu biliyoruz İspanya’da. Kulüp takımları düzeyinde eskiden beri çok iyilerdi ama milli takımlarda bir türlü istedikleri başarıya ulaşamıyorlardı. Sonunda iki sene önce Dünya Kupası’nı kazandılar, Katalan ağırlıklı bir kadroyla beraber... Şimdi de yaklaşan Avrupa Şampiyonası’nın favorisi. İspanya’nın İtalya ile İngiltere arasında bir yerde olduğunu söylemişti Mourinho. Onlar yukarıda özetlemeye çalıştığımız sorunları görmezden gelmeyip kabul ederek, çözmeye çalıştılar ve büyük ölçüde başardılar. Şimdi Katalan yine Katalan, Basklı yine Basklı ama hep birlikte milli takımı başarıya götürebilecek bir ortak bilince ulaştılar.

Türkiye’nin hangi ülkeye benzediğini yazmama bile gerek yok sanırım. Geçen hafta Fatih Uraz kendi köşesinde “Futbolun ölüp bittiği yok” başlıklı yazısında pek güzel açıkladı her şeyi. Hadi son dönemlerde futbolun içine çok fazla para ve rant girdi. O forma aşkına oynandığını sandığımız zamanlarda neden bu kadar şike yapılırdı o halde? Para alacak olanları anlayabiliriz, peki para veren niye veriyordu? Yalan bir galibiyet duygusundan başka ne geçecek(ti) eline?

Sosyo-psikolojik bir hadisedir bu. En başta söylediğimiz gibi, hayatta kendini mağlup hissedenler “oyun”da galip gelmek isterler. Mağlubiyet hissinin derecesi de kazanmak için yapılacak olanların şiddetini belirler. Şike de olur, teşvik de olur, başka gayrı ahlaki her şey olur.

Peki, ne olacak? İtalyanlar gibi mevcut problemleri yok sayarak değil, İspanya gibi kabul ederek çözüm için çalışacağız. Ancak o zaman üstesinden gelebiliriz bu sıkıntıların.

30 Mayıs 2012, Taraf


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder