17 Ekim 2012 Çarşamba

Kapıkule’nin ötesi…


Bu yazıyı Macaristan milli maçından önce kaleme alıyorum. Skorun ve skorun getireceği gelişmelerin yazımızla pek ilgisi yok.

1995’te Bosman kuralı çıktıktan sonra milli takımların giderek önemini kaybedeceğini düşünenler fena halde yanıldılar. Bunlardan biri de bendim, çünkü AB’nin özünde bütün Avrupa’nın nihayetinde tek devlet olmak ülküsü uğruna kurulmuş bir müessese olduğunu okumuş, öğrenmiştik. Bosman kuralı da bu yola dikilen kilometre taşlarından biriydi herhalde.

Dediğimiz gibi milli takımların önemi azalmadı. Evet, Şampiyonlar Ligi geçen yıllarla birlikte büyüdü, serpildi, güzelleşti ve bir içim su oldu. Fakat yine de Tanıl Bora’nın çarpıcı benzetmesiyle Dünya Kupası finalleri futbolun ramazanı olarak kaldı. Bizde de milli takım hep önemliydi, takımı idare edecek teknik adam ve seçilen futbolcular sürekli tartışma konusu oldu. Geçmişte kulüp teknik direktörlerinin milli takıma giden futbolcularına “kendinizi fazla zorlamayın” dedikleri gazetelerde bile yazıldı. Bazen futbolcular “sakatlık” mazeretiyle “milli görev”e gitmediler ve kulüp takımlarının bir sonraki maçlarında çıkıp oynadılar. Yukarılarda bazen böyle manevralar dönerken, halk nezdinde milli takıma karşı beslenen temiz duygular hiç değişmedi. Toplum milli maçları milli mücadele olarak kabul etti. Galibiyetlerde çok sevindi, mağlubiyetlerde karalar bağladı. Taraftarı olduğu takımdan milli formaya layık gördüğü futbolcular o formayı giydiğinde gurur duydu, giymeyince öfkelendi. İçinden de olsa “boş versene, gidip sakatlanırsa ne olacak?” demedi.

Halkın bu kadar önemsediği milli takım, çok uzun bir zaman Macaristan’ı 3-1 yendiği hazırlık maçıyla övündü. O maçın yıl dönümlerinde koca koca adamlar kutlama yaparlar, takımdan ahirete intikal etmiş olanlar için saygı duruşunda bulunurlardı.

Sözün kısası, milli takım bazı dönemsel başarılar dışında bir türlü istenen ve beklenen düzeye ulaşamadı. Şüphesiz bu durum ülke futbolunun içinde bulunduğu ahval ve şeraitle yakından alâkalıdır. Rekabetin olmadığı, başarıların rotasyonla bazı takımlar arasında paylaşıldığı, bu düzene kimsenin ciddi bir itiraz yöneltmediği bir ortamda bu sonuç hiç de anormal değildir.

Geçen cuma akşamı oynanan Romanya maçı için tercih edilen kadro, problemin esasını olduğu gibi gözler önüne seriyordu. Sahada Anadolu takımlarından bir tek oyuncu vardı, o da Romanya milli takımındaydı. Romanya da bizim milyon dolarlık baby’lerimizin takımını yendi ve gitti.

Bu bir açmazdır. Anadolu’da top koşturan futbolcular asla İstanbul’a galip gelemeyeceklerini biliyorlar. Hedefleri bir şekilde İstanbul’a kapağı atıp kendini kurtarmak, olmazsa Anadolu’da hiçbir meslek grubunun kazanamadığı paralarla beylerbeyi hayatı sürmek. İstanbul’a gelen de nasılsa birkaç yılda bir şampiyon olacağını biliyor, oynuyormuş gibi yapıyor. Bunun sonucunda da eski(meyen) tabirle Kapıkule’den öteye geçemiyoruz. Öyle bir açmaz ki, yurt dışından gelen soydaşlarımız bile çare olamıyor, ancak takım arkadaşlarına laf sokuyorlar.

Yerimiz kalmadı. Kısmet olursa yine bir milli maç arasında devam ederiz. 

17.10.2012 Taraf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder