Her sene sezon sonuna doğru, şampiyonluk yarışı kızıştığında
görmeye alıştığımız “saha dışı savaşları” bu sene birkaç cephede birden
patlak verdi. Türk futbol tarihinde belki de ilk kez bir takım kendi lehine
verilen bir kararın yanlış olduğunu kabul ve beyan etti. Bunda belki
İstanbul’un iki büyüğünün yarıştan çok erken kopmuş olması da etken olmuştur,
tam olarak bilemeyiz. Aslında gündemin çok çabuk değiştiği zamanlarda yazı
yazmak zordur; yazınız gazetede çıktığında çoktan güncelliğini kaybetmiş
olabilir pekâlâ. Olsun, biz gördüğümüzü yazalım.
Haftalar önce Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman’ın“irdelenmeli” diye
biten konuşmasıyla açılan Pandora’nın Kutusu’ndan kötülükler ortalığa saçıldı.
Aykut Hoca’nın ne kadar pozitif imajı olursa olsun, hiç de masumane bir
açıklama değildi bize göre. Rakip Trabzonspor’un bu tür hamleler karşısında
dengesinin pek kolay bozulduğunu bilmiyor olamaz(lar)dı. Daha önceleri de
benzer yöntemlerle sonuç almışlardı. Şampiyonluğun sahada kazanılmadığını
öğrendiklerini açık açık söylememiş miydi birileri? Yıllar önce bir Fenerbahçe
yöneticisi, sezon sonunda şampiyon olduktan sonra “Aslında bu sene
Trabzonspor’un önünü açmışlardı. Biz aradan sıyrılıp şampiyon olduk” dememiş
miydi?“Bir dakika Sayın Yönetici, kim kimin önünü açıyor? Nasıl açıyor, ne
yapıyor da açıyor? Bunca zamandır şampiyon olanlar, birilerinin önlerini açması
sayesinde mi şampiyon oldu” diye sormak kimsenin aklına gelmedi mi? Yoksa
bunlar Truman Show’da rol kesen oyuncuların ağzından kaçırdıkları laflar
gibi bir şey miydi?
Bu savaşın sonu nereye varır, ne sonuç çıkar bilmiyoruz.
Muhtemelen herkesin tenceresinin dibinin kara olduğu iddia edilecek, karşı
suçlamalar gelecek, belki Trabzonspor gelecek haftalarda penaltılar kazanacak,
sonra “İşte gördünüz mü, hakemler her maçta hata yapıyor, haydi herkes
işine gücüne...” diye sulandırılıp gargara yapılacak ve herşey eskisi gibi
devam edecek. Bunu hisseden Trabzonsporlular, “Bize haksız penaltı
verilirse topu dışarı atalım” demeye başladı şimdiden.
Fakat bu çadır tiyatrosunun bir gün sona ereceği, Truman’ın
önünde sonunda gerçeğin farkına vararak isyan edip kurtulacağı kesindir. Tabii
kurtuluş, en az filmdeki Truman’ın kurtuluşu kadar zahmetli olacak, yılların
statükosu bütün gücüyle direnecektir. Baksanıza olan bitenin kurumsal anlamda
kendisiyle ilgisi bulunmamasına rağmen TSYD bile telaşla ortaya atılıp muharebe
etmeye başladı.
Bu böyle devam edip gitmez, gidemez. Geçmiş yazılarımızda da
söylediğimiz gibi, hiçbir şey olduğu yerde durmuyor, sürekli bir değişim ve
gelişim içinde seyrediyor. Avrupa ve dünya futbolu kendi liglerimiz kadar
yakınımıza gelir ve onlarla bizim aramızdaki fark af buyurun kabak gibi ortaya
çıkarken, insanları bu kısır debelenmelerle oyalayıp duramazsınız. Türkiye her
alanda ileri giderken futbolda geri kalamaz. Medya özene bezene gözlerden
kaçırmaya çalıştığı Türk hakemliğinin durumunu daha fazla saklayamaz. Özene bezene
saklıyor, çünkü sistemin kilit noktası hakemlerdir. Milli Takım’da İstiklâl
Marşı’nı söyleyenler gitgide azalırken dahi sesini çıkarmazken, yabancı hakem
gündeme geldiğinde avaz avaz cıyaklamak, ultra milliyetçi kesilmek bu
yüzdendir. Türk futbolunun dışarıyla en az teması bulunan unsuru hakemdir,
fakat ne hikmetse Dünya Kupaları günleri haricinde gündeme bile gelmez bu
durum.
Bu durumdan şikâyetçi olanlar artık seslerini yükseltmeli,
güçlerini birleştirmeli ve harekete geçmelidirler. Sadece kendileri için değil
aynı zamanda Türk futbolunun sıhhat ve selameti için. (Başta Fenerbahçeli
dostlarımız olmak üzere) memnun olanlar da şapkalarını önlerine koyup
düşünmelidirler. Formada üç değil 13 yıldız olsa ne olacak, Avrupa’da söz
sahibi olamadıktan sonra?.. Üstelik Avrupa artık içimize kadar girip
benliğimizi ele geçirmeye başlamışken... Dedik ya geçenlerde, Xavi ile Alex
arasında ne kadar mesafe var bizim için? Günün birinde Xavi’nin forması Alex’in
formasından daha çok satılmaya başlamasın Türkiye’de... El Clasico’nun yerli
derbiden daha fazla izlendiği memlekette olmayacak şey midir?
11.03.2011 Taraf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder