O dönem futbolla ilgilenen Trabzonlular doğal olarak
İstanbul’dan bir takımın taraftarıydılar. Kendi şehirlerinin takımı şampiyon
olunca da tabir caizse asıllarına dönmüşlerdi. Başka bir takım tutmadan
Trabzonsporlu olan nesilse henüz çocuk yaştaydı. Takip eden birkaç yıl ezici
başarılarla geçince bu durum camiada büyük bir yanılsamaya yol açtı. Takımın
başarısı için taraftarın hiçbir şey yapmasına gerek yoktu. Trabzonspor ligde
fırtına gibi esiyor, gerek kendi sahasında gerekse deplasmanda önüne geleni
yeniyor ve kolaylıkla şampiyonluğa ulaşıyordu. Taraftara da sadece alkışlamak
kalıyordu.
Kısa zamanda Trabzonsporlularda şöyle bir algı oluştu:
Trabzon bir futbol şehridir, eşi benzeri
bulunmaz bir futbolcu madenidir, olağanüstü yeteneklere sahip çocukların
memleketidir, kahveden gençleri toplayıp Trabzonspor formasıyla sahaya
çıkarsanız takım yine şampiyon olur.
Bugün komik gelen bu mantık dizgisi, Trabzonspor’un o dönem önemli
yıldızlarını elinden çıkarıp adı sanı bilinmeyen gençlerle yine şampiyon olması
yüzünden hiç de akıl dışı gelmiyordu. Hâttâ Trabzonsporlular dışında kamuoyunun
önemli bir kesimi de buna inanmaya başlamıştı.
Eh, taraftarın da keyfi yerindeydi. Sırf
Trabzonlu/Trabzonsporlu olmak başlı başına bir gurur vesilesiydi. Takımları hiçbir
Anadolu takımının başaramadığını başarmış, üstelik İstanbul hegemonyasına da
sanki ilelebet son vermiş gibiydi. Üstelik bunun için de hiçbir çaba sarf etmeleri
gerekmemişti. Bu böyle sürüp gideceğine göre etmesi de gerekmeyecekti.
Trabzonsporlu başarıyı kucağında bulunca korumak ve
geliştirmek için ne yapması gerektiğini de bilemedi. Zaten öyle bir ihtiyaç da
yoktu, dediğimiz gibi. İşte Trabzonspor taraftarlık anlayışı bu olağandışı
şartlarda gelişerek yerleşip, takım da ilerleyen yıllarda başarılı günlerini
arar hale gelince taraftar ne yapacağını şaşırdı. Başarı gökten zembille
inmişti daha önce. İnmediği zaman nasıl elde edeceğine dair hiçbir fikri yoktu.
Takım başarıya derece derece yükselseydi; söz gelişi bir sene üçüncü olsa ve
sonraki sene şampiyonluğu kıl payı kaçırsa, o zaman taraftar şapkayı önüne
koyup düşünebilir, başarı için nasıl ve ne şekilde destek verebileceğinin
yollarını araştırabilirdi. Hiç değilse böyle bir desteğin ihtiyaç olduğunu
idrak edebilirdi. Yaşı müsait olanlar, Trabzonspor taraftarının o yıllarda
tribün aksiyon ve ritüeli olarak ortaya hiçbir şey koy(a)madığını da
hatırlayacaklardır.
Trabzon Rüyası’nın bittiğini kavramak 1984’ten çok sonraları
gerçekleşti ve taraftar ondan da bir süre sonra artık bir şeyler yapmak gerektiğini
idrak etti. Fakat bu o kadar da kolay değildi. Trabzon ve Trabzonlunun
sosyo-psikolojik yapısı buna en büyük engeldi. Bu yapıyı ve türevlerini analiz
etmeye çalışacağız, ancak yerimiz yetmez. Kısmetse gelecek yazıda devam ederiz.
20.03.2013 Taraf
yazıda katılmadıgım bolumler var. mesela dıger anadolu takımları her yıl adım adım basarıya yaklastıkları oluyor ve taraftarları sapkayı defalarca onlerıne alıp dusundugu oluyor. artık sapıyonuda kume dusenıde futbol federesyonu belırlıyor. cunku buyuk paraların dondugu bu çukurda pabucun cok pahalı oldugunu ulkemızde cok rahat gorebılırız. hakemlere bu kadar yuklenılmesının en buyuk sebebıde bu. futbol artık sahada oynanmıyor
YanıtlaSil